Şeybani, Muhammed b. Hasan(189)

ŞEYBÂNÎ, Muhammed b. Hasan

محمّد بن الحسن الشيباني

 

132 (749-50) yılında Vâsıt’ta dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda 131 veya 135 (752-53) yılında doğduğu söylenmektedir. Ailesi Abbâsî hilâfetinin kurulması üzerine Vâsıt’ı terkedip Kûfe’ye yerleşmiş ve Şeybânî burada yetişmiştir. On dört yaşından itibaren dört yıl Ebû Hanîfe’nin ilim meclisinde bulunan Şeybânî, hocasının vefatından sonra onun fıkhî görüşlerini ve yöntemini başta Ebû Yûsuf olmak üzere talebelerinden öğrenmeye devam etti (Serahsî, el-Uṣûl, I, 378-379). Ayrıca Kûfe’deki hadisçilerin ve diğer âlimlerin ders halkalarına katılarak onlardan ilim tahsil etti (Hatîb, II, 172). Kûfe’deki öğrenimini tamamlayınca hadis konusunda derinleşmek için gittiği Medine’de üç yılı aşkın bir süre kaldı ve İmam Mâlik’ten el-Muvaṭṭaʾı dinledi. Ardından Mekke’de Süfyân b. Uyeyne’den, Dımaşk’ta Evzâî’den, Horasan’da Abdullah b. Mübârek’ten ve Basra’da çeşitli âlimlerden ders aldı. İlim yolculukları sona erdiğinde Bağdat’a yerleşti. Şöhretini duyanlar ondan hadis ve fıkıh dersleri almaya başladı. İlmî birikimi ve anlatım gücüyle dikkatleri üzerine çekti, Bağdatlılar tarafından Ebû Yûsuf’a tercih edilmeye başlandı ve onun vefatının ardından ehl-i re’yin lideri konumuna yükseldi. Şeybânî’den ders alanlar arasında Şuayb b. Süleyman el-Keysânî, Ebû Süleyman el-Cûzcânî, Ebû Hafs el-Kebîr, Hişâm b. Ubeydullah er-Râzî, Îsâ b. Ebân, İbn Semâa, İsmâil b. Tevbe el-Kazvînî, İmam Şâfiî ve Mâlikî fıkhının tedvininde önemli yere sahip olan Esed b. Furât bulunmaktadır. 

Şeybânî’nin yaşadığı dönemde Abbâsî halifelerinden Ebü’l-Abbas es-Seffâh, Mansûr, Mehdî-Billâh, Hâdî-İlelhak ve Hârûnürreşîd iktidarda bulunmakla birlikte kaynaklarda onun sadece Hârûnürreşîd ile ilişkisinden söz edilmekte ve bunun da Ebû Yûsuf’un tavsiyesiyle başladığı belirtilmektedir. Hârûnürreşîd, Şeybânî’yi yine Ebû Yûsuf’un tavsiyesiyle Abbâsî halifelerinin yazlık başşehri Rakka kadılığına tayin etti. Şeybânî bu esnada ilmî çalışmalarına ara vermeyip er-Raḳḳıyyât ve es-Secedât adlı iki eser yazdı (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1424, 1669). Hârûnürreşîd, Zeydî imamı Yahyâ b. Abdullah’ın 176 (792) yılındaki isyanından dolayı onunla istişare ettiğinde (Taberî, IV, 631) Ali evlâdı taraftarı olduğu izlenimi uyandırdığı için halifenin güvenini kaybetti, 187’de (803) kadılık görevinden azledilerek fetva vermesi yasaklandı ve eserlerinde isyana sürükleyen görüşlerin bulunup bulunmadığı kontrol edildi. Ardından Hârûnürreşîd, bu olayda kendisinin kusurlu olduğunu anlayıp Şeybânî ile temasını sürdürdü ve Ebû Yûsuf vefat edince onu başkadılığa getirdi. Şeybânî hayatının sonuna kadar bu görevde kaldı. 189 (805) yılında Hârûnürreşîd’in refakatinde gittiği Rey’de vefat etti ve oraya defnedildi. Bazı kaynaklarda 187’de (803) öldüğü belirtilmektedir. 

İlmî Şahsiyeti. Ebû Yûsuf gibi Şeybânî’nin de ictihaddaki derecesi hakkında farklı görüşler ileri sürülmekle birlikte onun mutlak müctehid seviyesinde olduğu görüşü daha kuvvetli kabul edilmektedir. A) İctihad Anlayışı. Şeybânî, ictihadın muteber sayılabilmesi için mutlaka sağlam bir dayanağının bulunması gerektiğini düşündüğünden galip olmayan zanla görüş belirtmeye karşı çıkar (el-Ḥücce, IV, 94-97). Ona göre her müctehidin ictihadı değerlidir ve müctehid kendi ictihadıyla bağlıdır; ancak müctehid ictihadında yanılabilir; ictihadî hüküm nas gibi olmayıp müctehid başka delillerle karşılaşınca ictihadını değiştirebilir (el-Câmiʿu’l-kebîr, s. 12). Şeybânî’nin eserlerinde geçen “kişinin kendisiyle Allah arasında” ifadesi (el-Aṣl, II, 33, 49, 67), onun zihninde daha sonra oluşan tabirle kazâen ve diyâneten ayırımının bulunduğunu göstermektedir (el-Ḥücce, III, 333-334). Ortaya koyduğu ictihadlarla kendisi de hukukta tek bir uygulamanın her zamanda ve her yerde geçerli sayılmadığını, kesin naslara dayanmayan bazı uygulamaların sosyal şartların değişmesi ve zaruret karşısında değişikliğe uğrayabileceğini kabul ettiğini göstermiştir (el-Âs̱âr, nşr. M. Abdurrahman Gazanfer, s. 362). 

B) Dayandığı Kaynaklar. 1. Kitap. Özellikle re’y ile bilinemeyecek konularda fıkhî hükümleri delillendirirken yer yer Kur’an âyetlerine atıfta bulunan Şeybânî’nin önce Kur’an’ı, ardından sünneti zikretmesi (el-Ḥücce, II, 179-180) Kur’an’ı birinci kaynak saydığını göstermektedir. 2. Sünnet. Açık biçimde ifade etmemekle birlikte ortaya koyduğu fıkhî çözümlerden Şeybânî’nin sünnetin temel işlevinin kitabın mücmelini açıklama, âmmını tahsis etme ve hükmü üzerine ziyade getirme gibi yollarla kitabı açıklama (beyan) olduğunu kabul ettiği anlaşılmaktadır (a.g.e., II, 366-367; Mâlik b. Enes, s. 220-221). Meselâ sünnete dayanarak namazda kişinin kendisi duyacak kadar gülmesinin hem namazı hem abdesti bozacağı hükmünü benimsemiştir (el-Aṣl, I, 166). Bazılarınca, sünnetin ibtidâen hüküm koyması kapsamında sayılan bu gibi örneklerin sünnetin kitabın hükmüne ziyade getirmesi olarak nitelenmesi daha isabetlidir; çünkü abdesti bozan şeylere Kur’an’da işaret edilmiş (en-Nisâ 4/43; el-Mâide 5/6), sünnet ise bunlara ziyade getirmiştir. Prensipte sünnetin teşrîî değerini kabul eden, ibadetlerle ilgili konularda daha yoğun olmak üzere fıkhî çözümlerinde sünnete çokça atıfta bulunan Şeybânî, Hz. Peygamber’in başka bir beyanına dayanarak veya Kur’an’dan ilham alarak bazı uygulamalarını onun şahsına özel sayar ve bunlarla amel edilemeyeceğini söyler (el-Âs̱âr, nşr. M. Abdurrahman Gazanfer, s. 196; Mâlik b. Enes, s. 106-107). 3. İcmâ. Şeybânî, âlimlerin bir meselenin hükmü üzerinde görüş birliğine varmalarını bağlayıcı bir delil kabul eder ve icmâa deliller hiyerarşisinde sünnetten sonra yer verir. Eserlerinde icmâa atıfta bulunurken çok defa icmâ edenleri belirtip herkesin, sahâbenin, tâbiînin, Kûfe ehlinin, Irak ve Medine ehlinin icmâından bahseder, bazan da icmâı kimlerin icmâı olduğunu söylemeden mutlak şekilde kullanır. Şeybânî’nin sahâbe dışındakilerin icmâından da bahsetmesi, icmâı sadece sahâbe dönemine has görmeyip ileriki dönemlerde de meydana gelebileceği görüşünü benimsediğini göstermektedir (el-Ḥücce, II, 313; Mâlik b. Enes, s. 86). 4. Önceki Şeriatlar. Kur’an’da zikredilen geçmiş şeriatlara (şer‘u men kablenâ) ait hükümlerin dikkate alınması gerektiği görüşünde olan Şeybânî, rivayetlerde geçen bu şeriatlara ait hükümlere -ibtidâen hüküm kaynağı saymasa da- belli bir değer atfeder (el-Ḥücce, III, 375; IV, 321). 5. Sahâbî Sözü. Şeybânî’nin fıkhî çözümlerinde dayandığı kaynaklardan biri de sahâbî kavlidir (a.g.e., II, 568, 621-622). Sahâbenin ittifakını bağlayıcı gören Şeybânî ihtilâf etmeleri durumunda bu görüşlerden birini tercih eder, tamamen onların kavilleri dışına çıkmaz. Kendisine ulaşan farklı sahâbî sözleri arasında tercihte bulunurken sahâbîlerin ilimdeki derecelerini, sahâbî kavlinin naslara ve müslümanların çoğunluğunun kabulüne uygunluğunu ve özellikle ibadetle ilgili konularda ihtiyat prensibine uymasını dikkate alır; bazan tercih yaparken birden fazla ölçütü göz önünde bulundurur. Tebeu’t-tâbiînden olan Şeybânî zaman zaman tâbiînin hukukî çözümlerine de atıfta bulunmuştur (el-Aṣl, II, 154-155). Şeybânî tâbiîn büyüklerinden en çok, içerisinde yer aldığı ekolün önde gelen fakihlerinden olan İbrâhim en-Nehaî’yi referans göstermiştir. 6. Örf. Özellikle hakkında nas bulunmayan konularda halkın uygulamalarını dikkate alan Şeybânî’nin eserlerinde dille ilgili olan yemin ve eman bahislerinde örfe önemli bir yer verdiği görülmektedir (a.g.e., III, 231, 243, 250, 348-349). Şeybânî şartların değişmesiyle örfün de değişebileceğini kabul eder ve fıkhî çözümlerinde bunu dikkate alır (a.g.e., III, 255). Bu da onun sosyal gerçeklere önem verdiğini göstermektedir (ayrıntılı bilgi için bk. Taş, s. 88-116). 

C) Metodu. 1. Naslardan Hüküm Çıkarmada Dikkate Aldığı Prensipler. Sadece hakkında açık nas bulunmayan konularda ictihada başvuran Şeybânî konuyla ilgili delâleti açık nas mevcutsa bu yola gitmez (el-Ḥücce, II, 195-196). Naslarda yer alan her emri vücûba, her nehyi de tahrîme hamletmez, bazı emirlerin tavsiye, bazı nehiylerin kerâhet ifade ettiği görüşündedir (a.g.e., I, 281-283; Mâlik b. Enes, s. 138). Naslardaki mutlak ve âm lafızları mümkün oldukça ıtlâkını ve umumiliğini koruyarak ele alır (el-Ḥücce, II, 256-258; IV, 382-383). Şeybânî, bütün hukukî meselelerin nasların lafzıyla çözüme kavuşturulamayacağının farkındadır, bu sebeple naslardan hüküm çıkarmada aklî prensiplere de yer vermiştir. Şeybânî, “Hakkında rivayet gelmeyen şeyin hakkında rivayet gelenler arasında ona benzeyene kıyas edilmesi gerekir” sözüyle (a.g.e., I, 19, 45) kıyasa işaret etmiş, kıyasın dört rüknünü (makīs aleyh, aslın hükmü, makīs, illet) açıkça ifade etmese de bunları kıyası kullandığı fıkhî çözümlerde gözetmiştir (a.g.e., II, 649-650). Kıyasa aykırı olan “eser”deki hükmü kıyasa dayanak yapmayan Şeybânî icmâ veya mezhep içi icmâ ile sabit olan hükmü (a.g.e., II, 313) makīs aleyh yapar. İstihsan Hanefî usulcüleri tarafından “kıyası (yerleşik kuralı) terketme” anlamında kullanılmış olup, Şeybânî eser, sahâbî sözü, örf, kapalı kıyas, zaruret ve özellikle ibadetlerle ilgili konularda ihtiyat sebebiyle kıyası terkedip istihsana başvurmuştur. Şeybânî’nin fıkhî çözümleri incelendiğinde zararı giderme ve yararlı olanı sağlama şeklinde özetlenebilecek olan nasların ortak amacını (hikmet) iki yönüyle dikkate aldığını gösteren pek çok örnekle karşılaşılır. Bu bağlamda önemli bir yere sahip olan zaruretin ölçüsünü ölüm tehlikesi, kalıcı hastalığa yakalanmaktan korkulması ve dayanılmayacak derecede şiddetli acı şeklinde belirler. Mükrehin bazı tasarruflarını geçersiz sayması (el-Aṣl, II, 182) fıkhî çözümlerinde meşakkati dikkate alması gibi örnekler de bu anlayışın izlerini taşır. Bireyin ve toplumun ihtiyaçlarını göz önüne aldığını, naslardaki bazı hükümleri insanların yararını gözeterek yorumladığını, bazı durumlarda kolaylık yönünü tercih ettiğini gösteren çözümler de onun yarar düşüncesine özel önem verdiğini ortaya koymaktadır. Bazı çözümlerinde Şeybânî’nin istishâb prensibini dikkate aldığı görülür (a.g.e., I, 119-120; el-Âs̱âr, nşr. M. Abdurrahman Gazanfer, s. 341). Şeybânî, özellikle ibadetle ilgili konularda yerine getirilmesi zorluğa yol açmaması kaydıyla ihtiyat prensibini esas almıştır (el-Aṣl, III, 68-70). 2. Çelişen Rivayetler Arasında Tercih Kriterleri. Fıkhî çözümlere kaynaklık edecek farklı rivayetlerin karşıt sonuçlar ortaya çıkarması durumunda Şeybânî’nin özellikle şu kriterlere göre tercihte bulunduğu anlaşılmaktadır: Râvilerin ilmi ve çokluğu, nassın zâhirine daha uygun olma, sahâbî sözüyle desteklenme, yeni açıklama getirme, daha kolay çözüm içerme, ihtiyat prensibine uygun bulunma, daha sonraki tarihte vârit olma (neshetme konumunda bulunma) (el-Ḥücce, II, 754-758, 768-770; ayrıntılı bilgi için bk. Taş, s. 125-153). 

D) Hanefî Mezhebindeki Yeri ve Mezhepteki Rolü. Ebû Hanîfe’nin ders halkasında sağladığı serbest tartışma ortamı, ortak temel prensipleri benimseyen müctehid öğrencilerinin görüşlerini açık biçimde ifade etmesine imkân vermiş, neticede Hanefî mezhebinin temel görüşleri kolektif bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ebû Hanîfe’den sonra mezhebe en çok katkısı bulunan Ebû Yûsuf ve Şeybânî gerek kendi aralarında gerekse Ebû Hanîfe ile birçok meselede görüş ayrılığına düşmekle birlikte Şeybânî bu konuda genel bir değerlendirmede bulunmadığı gibi çoğu zaman ihtilâf sebeplerini mesele düzeyinde de açıklamamıştır. Üçünün ihtilâf ettiği fer‘î meseleler incelendiğinde görüş ayrılıklarının önemli kısmının meseleye farklı açılardan bakma, hadislerin kabulünde farklı kriterler benimseme, rivayetleri farklı şekilde yorumlama, farklı sahâbî veya tâbiî kavliyle desteklenen görüşleri esas alma ve örfe öncelik verme gibi sebeplerden kaynaklandığı görülmektedir. Şeybânî’nin Hanefî mezhebine katkıları şu şekilde özetlenebilir: Şeybânî ekolün görüşlerini nakledip kaydetmiştir. Ebû Hanîfe’nin ders halkasında meseleler ele alınıp tartışılıyor, fakat düzenli biçimde kayıt altına alınmıyordu. Kendi görüşleri yanında Ebû Hanîfe’den ve onun diğer talebelerinden öğrendiklerini yazarak mezhebin fıkhî görüşlerini bir bütün halinde tasnif edip sonraki nesillere aktaran ilk kişi Şeybânî’dir. Mezhep âlimleri de bu konuda onun eserlerini esas kabul etmiştir. Fıkıh ilminin gelişmesi açısından önemli bir dönüm noktası olan fıkhî konuların kitab, bab ve fasıllara ayrılarak yazılması, ekolün görüşlerinin orijinal bir metoda göre kayıt altına alınıp belli bir sisteme oturtulması hususunda da Şeybânî öncü konumundadır. Şeybânî’nin eserleri, Hanefî mezhebini meydana getiren ortak birikimde onun da önemli bir paya sahip olduğunu ve farklı ictihadlarıyla ekolün görüşlerinin zenginleşmesine ciddi katkılar sağladığını gösteren örneklerle doludur. Onun zamanında biri kendisinin de içinde yer aldığı Kûfe merkezli Irak ekolü, diğeri Medine merkezli Hicaz ekolü revaçta olduğundan ilmî rekabet esasen bu iki ekol arasında cereyan etmiştir. Şeybânî, el-Muvaṭṭaʾ rivayetinde ve özellikle el-Ḥücce’de iki tarafın ihtilâfa düştüğü konuları mukayeseli biçimde ele alarak kendi ekolünün görüşlerini savunmuştur. Bu çerçevede sıkça Medine ehlini başta kendilerinin rivayet ettikleri olmak üzere hadislere uymamakla ve görüşlerinde çelişkiye düşmekle itham ederken bir yandan kendilerinin hadisleri terketmediklerini vurgulamak, diğer yandan da ictihadda tutarlılığa büyük önem verdiklerine dikkat çekmek istemiştir (ayrıntılı bilgi için bk. Taş, s. 154-183)

Eserleri.

A) Fıkıh.

1. el-Aṣl*. el-Mebsûṭ olarak da bilinir. Şeybânî’nin Bağdat’a taşınmadan önce Kûfe’de iken imlâ ettiği bu eser birçok öğrencisi tarafından rivayet edilmiştir. Şeybânî’nin en hacimli ve önemli eseri sayılan, bir anlamda diğer eserlerinin ve özellikle zâhirü’r-rivâye olanların temelini oluşturan, bazı yerlerinde soru-cevap üslûbu kullanılan eserin tamamına yakın kısmını içeren nüshaları günümüze ulaşmıştır. el-Aṣl’ın “Kitâbü’l-büyû‘” kısmı Şefik Şehâte tarafından bir cilt (Kahire 1954), bir bölümü de Ebü’l-Vefâ el-Efgānî tarafından dört cilt (Haydarâbâd 1969-1973) halinde neşredilmiştir. Daha sonra iki çalışma birleştirilip hepsi Efgānî’ye nisbet edilerek tekrar yayımlanmıştır (I-V, Beyrut 1410/1990). Eserin tamamını Mehmet Boynukalın tahkik etmiş olup henüz yayımlanmamıştır.

2. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr*. Şeybânî, el-Aṣl’ı yazdıktan sonra Ebû Yûsuf’un kendisinden öğrendiği Ebû Hanîfe’ye ait görüşleri ihtiva eden bir eser yazmasını istemesi üzerine kaleme alınmıştır. Ebû Hanîfe’nin görüşlerini “Muhammed an Ya‘kūb an Ebî Hanîfe” şeklinde aktaran Şeybânî birçok yerde kendisinin ve Ebû Yûsuf’un görüşlerini de belirtmektedir. Eserde hemen hiç delil zikredilmemiştir. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr’in muhtelif baskıları yapılmıştır (Abdülhay el-Leknevî, en-Nâfiʿu’l-kebîr içinde, Leknev 1291; Bulak 1302; Beyrut 1406/1986).

3. el-Câmiʿu’l-kebîr*. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr’den sonra telif ettiği daha hacimli bu eserde Şeybânî rivayet üslûbuna başvurmaksızın doğrudan meseleleri ele almakta, başta yemin olmak üzere sözlü tasarruflarla ilgili konuları incelerken yaptığı dil ağırlıklı yorumlarla dilde de üstat olduğunu ortaya koymaktadır (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî, Haydarâbâd-Kahire 1356, 1399).

4. ez-Ziyâdât*, Ziyâdâtü’z-Ziyâdât. el-Câmiʿu’l-kebîr’den sonra telif edilen küçük hacimli bu iki eserin çeşitli kütüphanelerde yazmaları mevcuttur (Sezgin, I, 422-423). Şemsüleimme es-Serahsî ve Ahmed b. Muhammed el-Attâbî’nin Ziyâdâtü’z-Ziyâdât şerhlerini tahkik edip yayımlayan Ebü’l-Vefâ el-Efgānî, her iki şerh içinde yer alan metni tesbit etmeye çalışarak parantez içerisinde göstermiştir (Serahsî, en-Nüket [nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî], Lahor 1981; Attâbî, Şerḥu Ziyâdâti’z-Ziyâdât [Serahsî, en-Nüket içinde]).

5. es-Siyerü’ṣ-ṣaġīr. Devletler hukukuyla ilgili olup el-Aṣl’ın nüshaları içinde günümüze ulaşmış ve neşredilmiştir (Kitâbü’s-Siyer [nşr. Mecîd Haddûrî], Beyrut 1975).

6. es-Siyerü’l-kebîr*. Şeybânî’nin en son telifidir. Devletler hukuku alanında yazılan ilk kapsamlı eser olup fıkhî tahliller bakımından el-Aṣl’dan daha ileri düzeydedir. Aslı günümüze ulaşmayan bu eser Serahsî’nin farklı baskıları bulunan Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr’i içinde yer almaktadır.

7. el-Keysâniyyât. Emâ-lî türünde olan bu eserde günlük hayatta karşılaşılabilecek muâmelâtla ilgili bazı meseleler ele alınmıştır ve sadece bir parçası zamanımıza kadar gelmiştir (Cüzʾ mine’l-emâlî, nşr. Hâşim en-Nedvî v.dğr., Haydarâbâd 1360).

8. el-Meḫâric* fi’l-ḥiyel. Bilindiği kadarıyla hiyel konusunda telif edilen ilk müstakil eserdir. Hiyel hakkında genel bir değerlendirme yapılmayıp meselelerin ele alınmasıyla yetinilen kitapta bazı muâmelât konuları yanında ağırlıklı biçimde yemin konusuna yer verilmesi o günkü toplumsal şartlarda bu hususta hileye başvurma ihtiyacının daha çok hissedildiğini göstermektedir. Şeybânî’ye atfedilerek basılan eserin onun telifi olup olmadığı tartışmalıdır. el-Meḫâric’in Hâkim eş-Şehîd tarafından yapılan muhtasarını şerheden Serahsî (el-Mebsûṭ, XXX, 209-244) bu tartışmaya dikkat çekmekle birlikte eserin Şeybânî’ye aidiyetini savunmuştur. Kitaptaki meselelerin çoğu Ebû Yû-suf’tan aktarılmış olsa da Şeybânî kendinden bazı ilâvelerde bulunduğundan eserin ona nisbet edilmesi bazı yazarlarca daha doğru görülmüştür.

9. el-Kesb (el-İktisâb fi’r-rızḳı’l-müsteṭâb). Şeybânî’nin telifine en son başladığı, kazanç konusunda bilinen ilk eser olup tamamlamaya ömrü yetmemiştir. Günümüze ulaşan bölüm el-Kesb’in aslı olmayıp Serahsî’nin bunun üzerine yazdığı şerhtir ve el-Mebsûṭ’ta “Kitâbü’l-Kesb” başlığı altında yer almaktadır (XXX, 244-287). Süheyl Zekkâr bunu Risâletân fi’l-kesb içinde neşretmiştir (Beyrut 1417/1997, s. 35-132). Serahsî’nin şerhiyle birlikte el-Kesb’in değişik baskıları yapılmıştır.

10. el-Ḥücce ʿalâ ehli’l-Medîne. Kaynaklarda eserin adı farklı şekillerde verilmektedir. Yazma nüshasında el-Ḥucec fi’ḫtilâfi ehli’l-Kûfe ve ehli’l-Medîne adının kayıtlı olduğu belirtilmektedir. İçerisindeki bir başlığın “Kitâbü’l-Ferâʿiẓ mine’l-ḥucec” diye geçmesi (IV, 191-254) bu adı teyit etmektedir. Eser el-Ḥücce ʿalâ ehli’l-Medîne adıyla basılmıştır. Medine’de üç yıldan fazla kalmış olan Şeybânî, bu esnada Mâlik’ten ve Medineli diğer âlimlerden hadis dinlemesinin yanı sıra onlarla ilmî tartışmalarda da bulunmuş ve bu tartışmalarını el-Ḥücce’de toplamıştır. Eserde genellikle önce konuyla ilgili olarak Ebû Hanîfe’nin ve Medine ehlinin görüşleri aktarılır, ardından iki tarafın delilleri ve gerekçeleri açıklanarak değerlendirilir. Yazılış amacına uygun biçimde eserde çoğunlukla, ele alınan konuların sadece görüş ayrılığına düşülen yönlerine değinilir. Bu haliyle eser iki ekolün görüşlerinin karşılaştırılıp değerlendirilmesi anlamında mukayeseli fıkhın ilk örneklerindendir. el-Ḥücce’nin büyük bir kısmı günümüze ulaşmıştır (nşr. Seyyid Mehdî Hasan el-Kîlânî, I-IV, Haydarâbâd 1385-1390/1965-1971).

11. Kitâbü’r-Raḍâʿ. Şeybânî’ye aidiyetiyle ilgili tartışmaya işaret eden Serahsî eserin ona ait olduğu kanaatindedir (el-Mebsûṭ, XXX, 287-309). Eser el-Aṣl’ın nüshaları içinde zamanımıza kadar gelmiştir. İḫtilâfü Ebî Ḥanîfe ve İbn Ebî Leylâ adlı eseri Şeybânî’ye nisbet edenler bulunmakla birlikte onun, eseri Ebû Yûsuf’tan rivayet etmesi dışında hemen hiçbir katkısı olmadığından kendisine nisbet edilmesi doğru değildir. 

B) Hadis.

1. el-Âs̱âr*. Şeybânî, Ebû Hanîfe’den duyduğu hadis ve rivayetleri bu kitapta kendi eklediği rivayet ve yorumlarla birlikte tasnif etmiştir. Ebû Hanîfe’den nakledilen rivayetlerin çoğunluğu Hammâd b. Ebû Süleyman kanalıyla Nehaî’den aktarılmıştır. Şeybânî, el-Âs̱âr’da yer alan meselelerin çoğunda Ebû Hanîfe ve Nehaî’nin görüşlerini benimsemiş, bazı meselelerde ise her ikisine muhalefet etmiştir. Akaid ve âdâb-ı muâşeretle ilgili az miktarda rivayetler bulunmakla birlikte eserde ağırlıklı olarak fıkhî konulara dair rivayetler yer almaktadır. Eserin farklı baskıları vardır (Leknev 1883; nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî, Haydarâbâd 1385/1965; Peşaver 1987).

2. Muvaṭṭaʾü’l-İmâm Mâlik rivâyetü Muḥammed. İmam Mâlik’in yanında kaldığı sırada ondan el-Muvaṭṭaʾı dinleyen Şeybânî’nin bu rivayeti, bazı Hicazlı ve Iraklılar’ın rivayetlerini ve çoğu zaman da kendi görüşünü eklediği için diğer el-Muvaṭṭaʾ rivayetleri arasında önemli yere sahiptir. Şeybânî’nin eklediği rivayetlerin ekserisinin Mâlik’in görüşlerini destekleyen rivayetlere karşı re’y ehlinin görüşlerini destekleyen alternatif rivayetler olduğu dikkati çekmektedir ve bu haliyle mukayeseli fıkıh konusunda tasnif edilmiş kitapların ilklerinden olma özelliğini taşımaktadır. Eser değişik yerlerde basılmıştır (Lahor 1211-1213; Ludhiana 1291; Leknev-Kazan 1909; nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf, Kahire 1382/1962, 1399/1979). 

Şeybânî’nin ilk altı eseri rivayet açısından kuvvetli bulunduğu için (şöhret veya tevâtür yoluyla geldiği için) “zâhirü’r-rivâye”, muhtevası Hanefî fıkhının temelini teşkil ettiği için “mesâilü’l-usûl” veya “el-usûl” diye anılır (Taşköprizâde, s. 17). Diğer eserlerine şöhret veya tevâtür yoluyla rivayet edilmediğini belirtmek üzere “gayrü zâhiri’r-rivâye”, az kişi tarafından aktarıldığını (âhâd yoluyla) ifade etmek üzere “nâdirü’r-rivâye” denir. Hâkim eş-Şehîd el-Mervezî, Şeybânî’nin ilk altı kitabındaki görüşleri derleyerek el-Kâfî adlı eseri kaleme almış (nüshaları günümüze ulaşmıştır), Şemsüleimme es-Serahsî de bunu el-Mebsûṭ adıyla şerhetmiştir. el-ʿAḳīde ismiyle Şeybânî’ye nisbet edilen yetmiş dokuz beyitlik metin (Mecmûʿu’l-mütûni’l-kebîr, Kahire 1958) incelendiğinde bu eserin Şeybânî’ye ait olmadığı görülmektedir (Şeybânî’nin eserleri hakkında ayrıntılı bilgi ve değerlendirme için bk. Taş, s. 26-87). 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

.
.